31 Ocak 2018 Çarşamba

Yaramazlık Hikayeleri


Ege ile muhabbet ederken, babasının  çocukluk anılarını dinlemekten, hele  babasının yaramazlıklarından bahsetmemden  nasıl hoşlanıyor anlatamam. 

"Egecim,  bak babanla ilgili  sana ne anlatacağım", dedim. Hemen yanıma geldi. Kaşlarını kaldırdı, en meraklı  Ege bakışıyla  baktı. Sözlerime devam ettim:

"Sanırım  baban senin yaşlarındaydı. O gün bize arkadaşlarım oturmaya geleceklerdi. Kekler, börekler yaptım. Evi temizleyip toparladım. Hakan'ı yanıma çağırdım. 
- Hakancım, bugün bize arkadaşım gelecek. Ayşe teyzenle ilk kez karşılaşacaksın. Çok iyi bir arkadaşımdır. Bir özelliği var. Limondan hiç hoşlanmaz. Limona alerjisi var. Nasıl biliyor musun? Sadece limon yediğinde değil, gördüğünde bile kötü oluyor. Hatta yanında limon bile demememiz gerekiyor. Limon kelimesi bile  feci rahatsız ediyor. Aman çocuğum Ayşe teyzenin yanında sakın limon falan deme, olur mu? dedim.

Ben böyle söyleyince, babanın gözleri kocaman  kocaman oldu. Bu söylediklerime sanırım şaşırdı. Limondan ne olacak ki, diye düşündü belki. Ama  tek kelime söylemedi. Kaldığı yerden oyununa devam etti.

Sonra arkadaşım Ayşe geldi.  Çaylarımızı içiyoruz. Tam o sırada baban  yanımıza geldi. Ayşe teyze'nin karşısına geçti. Ne yaptı bil bakalım, diye sordum Ege'ye... Merakla  gözlerime baktı. "Bilmemmmm ki babanne!" dedi.

"Ah", dedim "Egecim, ahhhh! Hakan,  Ayşe'nin karşısına geçip, üç kere LİMOOOON, LİİİMONN, LİİMOON! diye bağırdı. Ayşe, limon kelimesini duyunca, yüzü bööyle ekşidi. Suratını buruşturdu. Elindeki çayı sehpaya bıraktı.  Ben gitmeliyim, dedi. Çantasını aldı. Ayakkabısını giydi ve gitti.  

Ben Ayşe'nin arkasından öyylece bakakaldım. Elbette Hakan'a çok kızdım. 
- Oğlum ben sana  Ayşe teyze limon kelimesinden rahatsız oluyor demedim mi? Sakın onun yanında limon deme demedim mi? Niye söyledin? Gördün mü ne fena oldu! dedim.

Annesi tembihlediği halde,  babasının annesinin sözünü dinlemediğini işitmek... Amannn... Ege'nin bir hoşuna gitti... Bir hoşuna gitti... Devam ettim anlatmaya... 
"Egecim, ben kızınca baban ne dedi biliyor musun?

- Amaa annecim,  ben meraklı bir çocuğum. Limon deyince, teyzeye  ne olduğunu çookk merak etmiştim! 

Ooo! Ege bayıldı babasının bu yaramazlığına ve cevabına... Nasıl hoşuna gitti anlatamam:)

24 Ocak 2018 Çarşamba

Çocuklarla Bilmecelere Giriş

 


Konuşmaya başlayıp, nesnelerin isimlerini öğrenmeye çabalayan çocuklarla bilmece dünyasına girmek eğlencelidir. Ekin'le henüz başlamadık.  Valla yalanım yok. Torunum diye söylemiyorum, Ege'nin bilmece  repertuarı hiç de fena değildir:)

 Bu ilk bilmece yazıma, Ege'yle  giriş yaptığımız bilmecelerle başlayayım:

- Bilmece bildirmece el üstünde kaydırmaca. SABUN
- Bilmece bildirmece dil sütünde kaydırmaca. DONDURMA
Bilmece bildirmece resim yapar güldürmece.  AYNA

-Ben giderim o gider yanımda tin tin eder. BASTON
-Ben giderim o gider arkamdan takip eder. GÖLGE
-Ben giderim o gider içimde pıt pıt eder. KALP

Başlangıçta  benzer bilmeceleri tekrarlamak iyidir. Önce bilmeceyi sorun. Mimik ya da hareketlerle cevabını  anlatmaya çalışın. Sabun için elinizi sabunlama, dondurma için elinizde küllah varmış da yalıyormuşsunuz taklidi yapmaya başlayın. Sonra  bilirse ne ala... Bilemezse cevabı kelime olarak siz söyleyin.  Bir kaç kez tekrar edin. Daha sonra takliti yaptıkça hatırlayacaktır. 

- Biz biz idik biz idik. Otuz iki kız idik. Ezildik. Büzüldük. İki duvara dizildik. DİŞ
- Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk. LİMON
- Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane. NAR

Tam ben bu yazıyı hazırlarken, Hakan, kucağında Ekin'le Amsterdam'dan aradı.  Ben de acaba Ekin'le bilmecelere başlayalım mı diye düşünüyordum siz aradınız, dedim. O halde hemen bir bilmeceyle başlayalım. En güzel söylediği kelime ÇORBA ise...  Çorbaya göre bir bilmece uydurayım, dedim.

- Kaşıkla yenir, hüüp hüüüp içilir, dedim ve çorba içme taklidi yaptım. Nedir bu Ekincim, diye sordum. Benim hüüp hüüp lerimi tekrarladı. Çorbaaa, dedim. Tekrar bilmeceyi sordum. Neymiş bu dedim. Cevabı kendim verdim. ÇOORBAAA. Bir kez daha bilmeceyi söyledim. Evet Ekincim, nedir bu? 

- Kaşıklaaa yeriz... Hüüüp üüüp içeriz... Neymiş, diye Ekin'e sordum. Sustum. 
Ekin ekrandan bana baktı. Durdu...  Hepimiz sustuk...  Hiç birimizden ses çıkmıyordu. 
Derken Ekin, ÇOORRBAAA diye bağırdı.

Heyyy, Ekin'le bilmecelere  online geçiş yaptık:)



21 Ocak 2018 Pazar

Ege'nin Sihir Numaraları


Araba kullanırken, Cenk ve Erdem'in  Müebbet Muhabbet adlı programlarını dinlemeyi çok seviyorum.  İşte gene  yollardaydım. Gene gözüm yolda, kulağım Cenk ve Erdem'in muhabbetindeydi. Gene  şamatayla karışık zekice laf ebeliği  yapıyorlar,  gene birbirinden kaliteli espriler patlatıyorlar, gene komik değilmiş gibi komiklik yapıyorlardı. Onları dinlerken trafiğin yoğunluğunu hiç fark etmiyordum.  Neyse, bir ara Cenk sihir yapabildiğini söyledi. Erdem nasıl  sihir yaptığını sordu. Ve o kadar tatlı ve kolay bir sihir numarası  anlattı ki, bayıldım. Dedim, Ege memlekete gelir gelmez, bu numarayı Ege'ye öğreteceğim.

Sahiden Ege'yle bir araya geldiğimizde hemen bu numarayı öğrettim. Var ya... Ege nasıl sevdi, nasıl  bayıldı bu sihir numarasına anlatamam! Numaramız için gereken tek şey, bir mendil ve elbette seyirciler:)

- Şimdi karşınızdaaaa büyük sihirbaaazzz Egeeeeee! diyorum.
Ege elinde mendille sahneye çıkıyor.
- Gördüğünüz gibi elimde bir parmak var diyor, ve işaret parmağını gösteriyor.
Sonraaa, parmağının üstüne mendili örtüyor.
Önce kendisi "okus pokus" diyor. Sonra seyircilerle birlikte üç kere "okus pokus"  diyor.
Veeee.... Nanananooommm...
Mendili çekiyor ki o ne?
Bir parmağı iki parmak olmamış mı? 
Nasıl şaşırıyoruz anlatamam. Bir parmak, okus pokusla nasıl iki parmak oldu peki?  
Maalesef, sihirbazın sihir sırlarını açıklayamam:)


Ege'ye Babanne Örgüleri


Ömrümde bir kaç kez  kendi çocuklarım  için  örgüye heves etmiş olabilirim.  Sonraaa unuttum gitti. O yıllar, evvel zaman içinde kaldı çünkü...
Lakin, babanne  oldum ya, nasıl hamarat oldum anlatamam.  Öyle böyle değil. Neredeyse taşı sıksam suyunu çıkaracam.  Örgü örmek deseniz, beeeen! Dikiş dikmek deseniz, beeen!!  Ben bile kendimi tanıyamıyorum yani, öyle söyleyeyim:)

İşte yukarıda gördüğünüz sağdaki kazağı örnek aldım, benzerini Ege'ye örmeye çalıştım.  Sarılar tığ işi olduğu için, arkadaşım Nuray tığla ördü. Ben de ördüğüm kazağa diktim. 

İlk deneme için hiç de fena olmamış ama, öyle değil mi:)




18 Ocak 2018 Perşembe

Babanne'nin Deney Ön Hazırlığı:)


Kuzenim Tülay, çok kıymetli bir Kimya profesördür. Şairin "Yaşamayı ciddiye alacaksın" diye başladığı şiirinde sözünü ettiği, beyaz gömleğiyle bir laborutuvarda, hem de yüzünü bile görmediği insanlar için, hem de hiç kimse onu buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiği halde,  ömrünün  büyük bir kısmını insanlık için sarf etmiş biridir. 

Tamam ama...  Aynı zamanda, benim teyzemin kızıdır. Tüm samimiyetimle:
- Tülaycım, Ege ile yapabileceğim bazı deneyler öğretir misin bana? dedim.
Yeminle lafımı ikiletmedi. İşte şimdi anlatacağım "mürekkep deneyi"nin tarifini verdi. Gerekli olanlar:
- İki adet su dolu bardak
- Renkli mürekkep

Ege  yanımda değil. Bir süre daha bir araya gelemeyeceğiz. Kendi kendime denemeye, Ege geldiğinde "mürekkep deneyi"nde deneyimli bir babanne olmaya karar verdim:) Ve denedim. İyi ki denemişim. Çünkü ilk iki sefer beceremedim. Çay bardağı ile denemiştim. Ve çay bardağındaki suya koca bir kaşık mürekkebi boşaltınca,  iki su da kopkoyu oldu. 

Aslında deneyimizin yapılışı şöyleydi...
İki  bardağa, birer çay kaşığı mürekkep damlatacağız. Bir bardağı kaşıkla karıştırırken, diğer bardakta mürekkebin kendiliğinden suya yayılmasını sağlayacağız. 

Sonunda  becerdim. Mürekkebin suyun içinde dans ede ede yayılmasını izledim. Görüntüsü şahaneydi. Büyülendim. Tülay'a hemen fotoğrafları gönderdim. Ege ve Ekin gelene kadar, bir kaç deney tarifi vermesini rica ettim.  "Tamam" dedi. Tülaycım, teşekkür ederim:)




Günlerden Hoopaaa:)


Hava güzeldi. Şükür ki  Ege benimleydi. Cicilerimizi giydik. Dop dop oynamaya, zıp zıp zıplamaya parka gittik. 

Derken, Ege sallanmak istedi. Ege'yi salıncağa koydum.  Ben yere oturdum. Sallamaya  başladım.
İttim, "Hooooop!" dedim.
Geldi, "Paaaa!" dedi.
İttim, "Hoooop!" dedim.
Geldi, "Paaaa!" ded.
Birlikte, "Hoooooppaaaa!"dedik. 
O gün günlerden "Hoppaaaa"ydı. 
Güldüm. Güldü. Güldük biz. 

16 Ocak 2018 Salı

Çocuk Ve Atasözü

 

"Çocuk ile yoğurt yiyen elbette ağzına yüzüne bulaştırır."

(önce çocuk yoğurdu  ağzına gözüne bulaştırır.  işte böyle yoğurt  tatlısı olur:)


14 Ocak 2018 Pazar

Çocuk Ve Şiir

ÇOCUK


Kolay mı 

Çocukla konuşmak

Otur dersin 

Hayır der

Çıra dersin 

Çamur der

Çiçek dersin 

Yaprak der



Bulut dersin 

Yağmur der

Ders dersin 

Küstüm der

Seni seni dersin 

Yapma der

Oysa kolay 

Çocukla konuşmak 

Masal de bak 

Evet der




Cahit Zarifoğlu





13 Ocak 2018 Cumartesi

Çocuk Oyunları - Taş Oyunu


Ege ile İstanbul'un en eski parklarından  biri olan  Gülhane Parkı'na gittiğimizde,  muazzam ağaçlarının  arasında  dolaştık. Yedik, içtik, konuştuk.

Elimizde oyuncak yoktu ama ne gam! En büyük oyuncak doğa değil mi? Hemen etrafa baktım. Ağaçların altındaki çakıl taşlarından sekiz tane topladım. Bir kaç tanesini Ege'nin avucunun içine bıraktım. 

-Egecim, bak bunlar çakıl taşları... Minicikler,  ne güzeller değil mi?  Renklerini görüyor musun, bembeyazlar, sanki   bulut gibi. Hatta bu taşların  gizli kokusu bile olabilir, koklasak hissedebilir miyiz ki? Şimdi bu taşları bankın üstüne kule gibi  bırakacağım. En üstten başlayarak tek tek almaya başlayacağız. Ama birini alırken diğer taşları kıpırdatmaya çalışacağız.  Önce sen başla istersen. Taşları hareket etmeden çekerek devam edeceksin. Ne zaman taşlardan birini kıpırdatırsan, sıra bana gelecek. Ben devam edeceğim.  Oynayalım mı bu taş oyunundan, ne dersin? dedim. 

Ege bayıldı bu oyuncaklara! Hemen başladık oynamaya...




12 Ocak 2018 Cuma

Çocuk Şarkıları


Torunlarım Ege ve Ekin'le birlikteyken şarkı söylemek hoşuma gidiyor. Çocuklar şarkı sözlerini kolay öğreniyorlar. Hele tekerleme şeklinde olanlara bayılıyorlar. Babannenin torunlarıyla birlikte şarkı söylemesinin keyfi emsalsizdir.  Hele babanne bu şarkıyı torunlarına  uyku öncesi söylerse var ya, elden hamsinin kayması gibi, çocuğun hoop  diye uykuya geçirivermesi garantidir:)

Hamsiyi koydum tatatavaya
Hopladı durdu hahahavaya
Hamsinin gözleri ışıl ışıl
Uykuya daldı mışıl mışıl... mışıl mışıll....






11 Ocak 2018 Perşembe

Babanne Hasretliği


Dün yürüyüş yaparken eski bir ahbapla karşılaşınca şaşırdım.  Depremden sonra Akdeniz yöresinde bir şehre  taşınmışlardı. Yıllardır görüşmüyorduk.  Özlemişiz. Anlatacaklarımız birikmiş. Ayaküstü konuştuk. Büyük kızından iki torunu varmış. Oğlu üniversite son sınıfta okuyormuş. Ben bizim çocukları,  Ege ve Ekin'i anlattım.  Torunlarım olduğunu duymamış. Kızının eşi Almanya'da iş bulmuş. Bir aya kadar taşınacaklarmış. Onlara yardıma gelmiş. Üzüntülüydü. Bizim çocukların yıllardır yurt dışında yaşadıklarını öğrenince, kederli kederli " Ne kadar sıklıkla görüşüyorsunuz? Torunlar unutmazlar mı bizi?" dedi.

Hollanda'ya gittiğimizde üç ya da dört gün kalıyoruz. En uzun kaldığımız belki yedi sekiz gün olabilir. Bazan çocuklar memlekete geliyorlar. Düşündüm. 365 günde sanırım  otuz hadi abartayım kırk gün görüşüyoruzdur. İnanın, arkadaşım sormasaydı, hiç düşünmemiştim. Müthişti!

Kendimi  tam hüzün girdabına kaptıracak, hasretlikle ilgili kederli bir muhabbete girişecektim ki, vazgeçtim. "Heyyy! O kadar ince düşünmeyi boşver kardeşcim," dedim. " Şimdi iletişim kolay. Görüntülü konuşuyoruz. Arada mektuplaşıyoruz. Fırsat buldukça biz gidiyoruz, onlar geliyorlar. Çok şükür" dedim. "Sağolsunlar, iyi olsunlar, mutlu olsunlar, nerede olursa olsunlar!" diye sözlerime devam ettim. 

Sözlerime  güldü.  Rahatlığım ona iyi geldi. "Çok haklısın. Önce sağlık olsun," dedi.  Daha uzun görüşmeye niyetlendik. Sıkıca kucaklaşarak veda ettik.



10 Ocak 2018 Çarşamba

Çocuk Ve Şiir


"Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler"

Nazım Hikmet Ran

9 Ocak 2018 Salı

Çocuk Oyunları - Yüzük Oyunu


Sanırım en eski çocuk oyunlarından biridir, Yüzük Oyunu. 
Masallarda  geçtiğine göre, asırlardır oynanan bir oyun olduğunu söyleyebilirim.

Benim küçüklüğümde fincanla oynardık. Şimdi o kadar çok oyuncak çeşidi var ki, yüzüğün gizleyebileceği her türlü fincan benzeri oyuncak veya evdeki  benzer kaplarla oynanabilir. Ege ile bir defasında,  Ekin'in oyuncaklarını kullanarak oynadık. Bu oyun için en az üç kap yeterli. 

Alyansımı çıkardım. Kaplardan birinin altına koydum. Sonra kapların yerlerini değiştirdim. Ege'ye, yüzüğün hangi kabın altında olduğunu bulmasını söyledim.  Ege önce tek tek kaplara elledi. Kaplara dokundukça yüzüme bakıp mimiklerimi izledi. İlk bir kaç seferinde, mimik yaparak bulmasına yardımcı oldum. Fakat sonraaa... Asla yardım etmedim. 

Resmen dedektif Sherlock Holmes gibiydi. Ellerimi takip etti, sezgilerini dinledi,  dikkatlice iz sürdü, yüksek gözlem kabiliyetini kullandı, ip uçlarını değerlendirdi, inanın hafıza sarayı denilen bellek tekniğini bile kullandığı oldu... Veeee... Fotoğraflardan anlaşıldığı gibi,   her defasında şııp diye  yüzüğü buldu:) 

Peki ben... Ben mi? Nerdeeee!  O kadar güzel gizledi ki, hiç bulamadım:)


8 Ocak 2018 Pazartesi

Hayatın Bedava Hazzı - Torun Kokusu


hayatın en büyük hazlarından biri  değil midir bebek  koklamak..  hele  o bebekler bir de tornunuzsa....  babanneyseniz yani...  koklamalara doyamazsınız... ama illa  metin üstündağ usulü koklanacak..  bakın şöyle:)

"bebeklerin ve daha tıfıl çocukların çok özel, çok acayip özel bir kokuları vardır.. kendilerine has.. pişik de, çiş de ihtiva eden.. hayatın kokusudur o.. ımmmh diye içinize çekersiniz o kokuyu, nefis.. başı olmamış kavun gibidir bebeğin.. saçları kıvır ıslak.. pembe pelte etini azıcık mıncıklarsınız, ama acıtmadan.. sonra uykusu gelir güzelimin, kucağınızda götürüp yatağına yatırırsınız.. onun olmuş kavun biçimindeki kafasından şimdi neler geçmektedir, onu tahayyül edersiniz..... yatmadan evvel kavun kafayı tekrar koklar, pembe pelte etini acıtmadan mıncıklar,üstünü örter, ışığı kapatır, muazzam bir saadetle yatağınıza uzanırsınız.. ilginçtir, başka zaman hiç gelmeyen uykunuz zart diye geliverir, uyursunuz.. rüyanız pembe pelte bebek kokuludur.. yine de n'olmaz n'olmaz diye kavun kafalıya, bir gözünüz açık uyursunuz.."

metin üstündağ

7 Ocak 2018 Pazar

Çocuk Oyunları - Telefon Oyunu Ve İtfaiyeci Oyunu


Çocukla oyun neredeyse doğduğundan itibaren başlamaz mı? 
Babanne sevgili torununu kucağına alır.  Bebeğe usul usul  ninni söylerken,  nazlı nazlı sallar. Bu ilk temas, ilk tını, ilk dans muhteşemdir. Daha sonra gün be  yeni oyunlar eklenir. Torunlarla hayat oyunlarla çok daha güzelleşir.

Mesela “Telefon Oyunu” çocuk oturmaya başladığından itibaren oynanabilen bir oyundur. Elinize bir lego parçası alıp kulağınıza götürün. Bir tane legoyu da torununuzun eline verin. Ve "zırr" "Zııır" diye ses çıkarın. Sonra "Alooo! Alooo" Acaba Ekin’le mi görüşüyorum?" deyin. Çocuk önce "aloo" ları öğrenecektir. Karşılıklı "aloo"laşmak bile şahanedir. 

Ege büyüdükçe bu oyunu gün be gün çok geliştirdik. Mesela, bazan “Telefon Oyunu”muzun içine “İtfaiyeci Oyunu”nu dahil ediyoruz.  Bu oyunda eğer  itfaiyeci Ege olmuşsa:
-Alooo! İtfaiyeci Ege ile mi görüşüyorum?
- Alo. Evet. Ben Ege.
- Afedersiniz, yardımınıza ihtiyacımız var. Kedi ağacın üstünde kalmış. İnemiyor. Sürekli miyavlayarak ağlıyor. Yardımcı olur musunuz lütfen? Adresimiz...
Ya da:
- Aloo, Özgünkent sitesinde yangın çıktı. Uçak itfaiyenizle gelip yangını söndürebilir misiniz?
- Alooo, Amsterdam'da feci bir fırtına oldu. Ağaçlar devrildi, evler yıkıldı insanlara ulaşamıyoruz. Kurtarmamıza yardım edebilir misiniz?

Her çocuk gibi Ege de itfaiyeci olmayı çok seviyor. İstanbul'a geldiğinde birlikte Akasya'daki Kidzania'ya gittik. Bu kez  gerçek itfaiyeci gibi olmayı deneyimledi.  Ege’nin mutlu halini seyretmek bana iyi geldi:)
  




5 Ocak 2018 Cuma

Ege İle Çizgi Romana Giriş

Çizgi roman severim:)

Ege bize geldiğinde, sevdiğim çizgi roman yazar ve çizeri Christophe Chaboute'nin Park Bench adlı kitabı henüz elime geçmişti. Şabote'nin (sanırım ismi böyle okunuyor) çizimleri siyah beyazdır. Genelde kitaplarında metin yok denecek kadar azdır. Park Bench ise tamamen sözsüz bir çizgi roman olduğu için, Ege uyumadan önce birlikte resimlerine baktık.

Bu kitapta, bir parktaki ahşap bir banka dokunan insanların dört mevsim hayatlarını izliyoruz. Bankın tahtasına isimlerini kazıyan genç bir çift, evsiz olduğu için bankı kendine yatak yapan  yoksul adam, onu kovalamayı kendine iş edinen bekçi, sürekli bankın ayağına işeyen köpek, elinde çiçekle bir türlü gelmeyen birini bekleyen adam,  bankın üstünden zıplayarak geçen kaykaycı çocuk, üzerine oturup muhabbet eden eski dostlar veya  bankın farkına varmadan yanından gelip geçen insanlar... Mevsimler birbirini kovalıyor. Yıllar gelip geçiyor. İzlediğimiz insanlar büyüyorlar, yaşlanıyorlar... Çizgi romandaki kimi haller  duygulandırıp hüzünlendiriyor, kimileriyse gülümsetiyor. Şabote'nin  siyah beyaz çizimleri müthiş etkileyici. Beni büyülüyor.


Elbette  dört buçuk yaşındaki çocuğa kitabın konusunu anlatmama gerek yoktu. Lakin, Ege'nin o şahane çizimleri görmesi, bankın dört mevsim halini konuşmamız şahaneydi.  Üstelik harikulade çizimleri seyreden Ege, babannesinin çizgi roman dünyasına  giriş yapmış oldu:)