Dünyanın muhtelif
yerlerinde yaşıyoruz. Çok şükür internet devrindeyiz. Çocuklarım ve
torunlarımla görüntülü görüşüp, bir nebze de olsa hasret giderebiliyoruz.
Bu akşam torunlarımla
görüntülü konuşurken, Ege nerede olduğumu sordu. Yazlık evde olduğumu söyledim. Ekin Büşra ablasının kucağında, Ege hemen yanlarında koltukta oturuyorlardı. En
tatlı, en masum torun bakışlarıyla beni dinliyorlardı. Dedim ki:
- Çocuklar, nasıl güzel
çiçekler var burada anlatamam. Sarı sarı papatyalar, pembe pembe papatyalar, yasemin çiçeği var. Göreceksiniz. Yaseminin minicik minicik beyaz çiçekleri var. Bir bilseniz, nasıl
şahane kokuyorlar.
O kadar tatlı
dinliyorlardı ki, coştum ben tabii... Dedim ki:
- Sabah uyandığımda
çiçeklerin yanına gidiyorum. Merhaba papatya, merhaba yasemin diye çiçekleri
selamlıyorum. Çiçekler rüzgarın ritmiyle böyle sallanıyorlar, ve sallana
sallana bana merhaba diyorlar.
Ege:
- Babanne öbür çiçekten
de var mı, diye sordu.
- Hangi öbür çiçek
Egecim?
- Hani vardı ya... neydi
adı... hımm... şeydi... yüzük çiçeği, dedi.
- Var tabii...
dedim önce. Sonra...
- Egecim var dedim ama...
Yüzük çiçeğini hatırlayamadım. Nasıl bir çiçekti o? Yüzük şeklinde miydi?
- Hani çiçekleri
sarkan çiçek vardı ya, hani böyle, dedi.
Ayağa fırladı.
Sonra başıyla ayaklarına kadar yere eğildi.
- Hani böyle...
Anladım.
- Aaa! Çok yaklaşmışsın
Ege. Küpe çiçeğini söylüyorsun.
Kulağımdaki küpeyi
gösterdim.
- Hani böyle sallanan
çiçekleri vardı di mi? dedim.
Hoşuna gitti. Başını
sallayarak evet, dedi.
- Evet, evet... Var Ege,
dedim.
Valla torunum diye söylemiyorum, küpe çiçeğini
hatırlamasına, küpe çiçeğini tarif edişine bayıldım:)