18 Temmuz 2017 Salı

"Aduu!"


Ekin'i kucağıma aldım. Dizlerime oturttum. Aylar sonra ilk kez yüz yüzeyiz. Meraklı gözlerle bana bakıyor. 

Önce saçlarını okşadım. Parmaklarımı elimden yüzüne su atıyormuş gibi hareket ettirerek ve elbette melodik bir ritm tutturarak:
-Saçlar rüzgar... uuu...uuu...uuu diye şarkı söylemeye başladım.

Kaşlarını elledim. Keman çalıyormuş gibi yaparak,
-Kaşlar keman... gıy gıy gıy gıy gıy, dedim. 

Göbeğine parmak uçlarımla hafif hafif vurdum. 
-Karnı davul dum dum dum dum dum... diye şarkıya devam ettim.


Ciddi ciddi yüzüme baktı. Biraz bozulduğumu itiraf etmeliyim. Koskoca babannesi şekilden şekile giriyor, çocuk gözünü kırpmadan, ağzını oynatmadan seyrediyor. Pes etmedim.

Bu kez dudağına dokundum.
-Ekin böyle gülüyor. ha ha ha ha haaa! dedim.

Yüzü milim kıpırdamadı. Gözlerimin derinine baktı. Sessizlik oldu. Bir süre karşılıklı bakıştık.Tekrar dudağına usulca dokundum. Fısıldayarak son cümleyi tekrarlamaya başladım.

-Ekin böyle gülüyor der demez, "Aduuuu!" dedi, sadece dudaklarıyla değil tüm yüzüyle gülümsedi.

İşte o anda, yüreğimden  kelebekler havalanıverdi:) 

16 Temmuz 2017 Pazar

En Sevdiğim Kelime


Ege ile yanyana yürüyoruz. Hasbihal ediyoruz. Bir ara duruyorum. Ben durunca Ege de duruyor. Niye durduğumu merak ediyor. Eğiliyorum. 

-En çok hangi kelimeyi seviyorum bil bakalım, diyorum.

En masum torun bakışıyla gözlerimin içine bakıyor:

-Bilmeeemmm, diyor.

-Eh, artık bileceksin, diyorum. En sevdiğim kelime "babanne"... Sen "babanne" deyince çok hoşuma gidiyor.

Gülümsüyor. Kulağıma eğiliyor. Tüm afacanlıyla... Muzip bir fısıltıyla:

-Babaaaaaannneeeee, diye sesleniyor.
  

Yüreğimden kelebekler havalanıyor:)

15 Temmuz 2017 Cumartesi

İtiraf



Merhaba,

İlk yazım, bir itiraf yazısı olacak. Şöyle ki:

Yaşam içinde neye burun kıvırdıysam,  felek her birini  üşenmeden, unutmadan, daniskasıyla başıma getirmiştir. Misal, tüm iştahlarıyla torunlarını anlatan insanlardan hiç mi hiiç haz etmezdim. Bakardım ki, torunlarını ballandıra ballandıra anlatmaya başlıyorlar... Pırrr! Hemen ortalıktan toz oluverirdim. Yok ama... Onlar öyle kendilerinden geçerlerdi ki, yeminle yokluğumu fark etmezlerdi bile... Başka birini mutlaka bulurlar, o eşsiz torunlarıyla ilgili muhabbetlerine kaldıkları yerden devam ederlerdi. Şaşar kalırdım. Nedir bu, insan kendi çocuğunu bile böyle anlatmaz, derdim. Bir de yemiyor içmiyor çocuğunun çocuğunu anlatıyorlar! Pöh! İtiraf etmeliyim ki, arkadaşlarımın arasında sırf bu nedenle irtibatı kestiklerim bile vardı. 

Onlar büyükanne ya da büyükbaba olunca adeta ayrık kümelerde yaşıyor olmuştuk. Onların torunları vardı. Benim torunlarım yoktu. Dolayısıyla kesişen kümemiz yoktu. Eee! Niye görüşelim ki? Torunları olanlar bir araya gelip konuşsunlardı... Bana hiiiç  bulaşmasınlardı. Aynen böyleydim. 

Size bir şey söyleyeyim mi, zaman var ya  en haşmetli öğretmen. Keser döner sap döner elbet bir gün hesap döner, diye haybeye söylenmemiş. Gün döndü harman oldu... Felek üşenmedi, ettiklerimi unutmadı, beni  iki şahane torunla onurlandı. Başımı döndürdü. Ayağımı yerden kesti. Beni resmen babanne sarhoşu etti.

Üstelik arkadaşlarım gibi sadece önüme gelene torunlarımı anlatmak yetmedi. Buyrun! Babanneliğin beni nasıl sarhoş ettiğini bir blog açıp umuma itiraf etmeye dahi niyetlendirdi. İşte bu blog feleğin bana şakasıdır. 
  

Hata edersem affedin. Literatürde var mı bilmiyorum. Lakin bilmenizi isterim ki, ciddi ciddi "Babanne Sarhoşluğu" içindeyim:)